Interlingual diye adlandırabileceğimiz bir dil(ler) kullanma kabiliyeti olduğunu düşünüyorum. Sık sık yaptığım gibi, bunu öncelikle kendimden yola çıkarak söylüyorum. Bir dilin kullanımıyla ilgili, öznenin yeteneklerini hesaba katmadan standardize edilecebilecek bir kriter olmasa da, genelgeçer “anadili gibi bilmek” tanımından bahsetmek mümkün. Bu tanımın çift dillilikle ifade edilişi de bilingual. Bilinguism kavramı, adını duyduğumuzda, iki ayrı dili anadili gibi konuşabilme kabiliyeti olarak canlanıyor zihinlerimizde. Benim interlingual diye adlandırdığım, -veyahut, belki de ayrıksılık değil uzamsallık çağrıştırmasından dolayı conlingual daha doğru bir ifade olacaktır- bilingual kişileri kapsıyor; fakat onlarla sınırlı değil.
Dil, sadece bir kendini ifade etme aracı değil, sık sık inanıldığı üzere. Bir varoluş biçimi. Bilinçsizce ve uzun bir süre, girift duygu ve düşüncelerimizi ifade etme kabiliyetine haiz olmadığımız bir dilin materyal gerçekliğinde yaşarsak örneğin, bir süre sonra düşünce süreçlerimiz kaçınılmaz olarak basitleşecektir. Daha basit düşünen birine dönüşeceğizdir, özetle. Velhasıl, dille olan ilişkimiz, varolma hallerimize geri dönüşü olmayan biçimlerde şekil verebilir (düşünce varolmanın tek ereğidir demeye çalışmıyorum, ancak ereklerinden biridir diyorum. “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyemem; fakat “varsam, düşünme yetim de kesinlikle vardır” diyebilirim. Düşünmek varoluşumun kaynağı değilse bile, kesinlikle integral bir parçasıdır. Kaldı ki, varlığın sürekli dönüşümünün, dille ilintili olsun ya da olmasın, geri dönüşlü olarak değişmesinden bahsetmek genel olarak mümkün müdür ki? Bana kalırsa bu, bir simyacının altın elde etmek için uyguladığı formül başarılı olsun ya da olmasın, karışıma eklediği maddeleri tepkime öncesi hallerine geri dönüştürebilmesi kadar katı bir imkansızlık).
Dilin, varlığın tabiatını doğrudan doğruya dönüştürmeye muktedir karakteri, bir kişinin içinde kaç farklı yüzüyle yaşadığına göre değişkenlik göstermek kaydıyla, o kişinin düşünce süreçlerini conlingual kılmaz mı? Ve kişiyi, conlingual olması dolayısıyla, yeni bir varoluş halinin içine itmez mi?
Ben, bir dili konuşurken, bir kişiye dönüşüyorum; ve her dönüştüğüm kişinin paylaştığı ortak bir benlik olduğu kadar, bir nüanstan çok daha derin olduğunu düşündüğüm farklılıkları da var. Kokunun beraberinde taşıdığı hafıza kırıntılarıyla derin gündelik düşlere dalmamıza sebep oluşunda vuku bulan tecrübede olduğu gibi, dil de benzer bir tecrübeyi, kendi duyusal sınırları dahilinde, varoluşsal geçişliliği tetikleyici bir unsur olarak hafızayla bütünleştiğinde yaşatmaya haizdir diyemez miyiz? Çevirinin yaratıcılığına benzer bir şekilde, dillerarasılık, conlinguality, birden fazla dil konuşan her birimizi birer çevirmen yapmıyor mu?
Bizler bir kelimeyi bir başka dilde düşünürken sadece onun edebi karşılığını düşünmüyoruz. Bazen koca bir kültürel yükle karşı karşıya kalıp, felsefi bir kavramın giriftliğine benzer bir anlamsal yoğunlukla yüzyüze olduğumuzu fark ediyoruz. Conlingual olmak, bu kültürel çeviri oyununu süreklileştirerek, dil ile iletişim kurma biçimlerimizin doğal bir parçası haline getiriyor.