İçindeki kötülük iyiliğe imkan tanımak için mi var? Ona bir varoluş amacı vermek için mi? İyilik ve kötülük mutlak ahlaki pozisyonlar olarak varolamadıklarına göre, bu anlamda bir kategori olarak anlamsızlaştıklarına ve parçalandıklarına göre, bireyin dönüşümündeki belirleyicilikleri diyalektik bir süreç olarak mı anlaşılmalıdır, yoksa bir bütünün, “one”ın, sınıflandırılmaması gereken parçaları olarak mı görülmelidirler? Biz insanlar, tüm tarihimizi kendi yaratımız olan dönemsel ahlaki değerleri sorgulayarak yazmıyor muyuz? Öyleyse, siyah ve beyazın, ilkel ve ilericinin, barbar ve medeninin söylemsel bir icat olmaktan öte bir anlamı olmadığını öğrenebildiysek zaman içinde, iyinin ve kötünün mutlak olduğu varsayılan antagonizmasını da aşacağımız bir zaman gelmeyecek midir eninde sonunda? Rengin ayrımın değil geçişliliğin ürünü olduğunu anlamak insanlararası ilişkilerin çoğunda mümkün olabildiyse, ahlakın hali hazırda tamamıyla öznel ve yapısal olduğu gerçeği anlaşılıyorken, evrensel bir yıkım bir gün iyi ve kötünün tanımsal önkabulleri için de gelmeyecek midir? Ve bu gerçekleşirse, yerine ne geçecek? Ya da bir şey geçecek mi?